‘’AK Parti, yasak üzerinden öyle bir propaganda yaptı ki başörtüsünü kendi iktidarıyla özdeş bir sembole dönüştürmeyi başardı. Haliyle AK Parti politikalarına yönelik birçok itirazın ilk muhatabı da ne yazık ki başörtülü kadınlar oldu...’’ (Beytullah Önce)
2005'te Mazlumder başta olmak üzere çeşitli sivil toplum kuruluşları, başörtüsü yasağının kaldırılması talebiyle bir araya gelerek 'Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu'nu oluşturdu.
Kocaeli’nde platform öncülüğünde her Cumartesi düzenlenen 'başörtüsüne özgürlük' eylemleri Ankara’dan Van’a birçok şehre yayıldı.
Sakarya Başörtüsü Platformu’nun kurucu üyelerinden Beytullah Önce, ‘’Başörtüsü yasağı bitti ama sistemle sorunumuz bitmedi’’ diyerek Aleviler için din dersinin zorunlu tutulması, anadilinde eğitim yasağı, iktidarın toplumsal gösterilere yönelik şiddeti, iş cinayetleri gibi hak ve özgürlük ihlallerinin çözümü için eylemlerine devam ettiklerini anlatıyor.
2005’ten beri her Cumartesi düzenlenen ‘başörtüsüne özgürlük’ eylemleri nasıl başladı?
Başörtüsü yasağı, 28 Şubat sürecinin en somut uygulama alanıydı. 2005’te Mazlumder başta olmak üzere bazı sivil toplum kuruluşları, Ankara’da ‘Beyaz Buluşma’ adıyla bu soruna dikkat çekmek ve yasağın kaldırılmasını talep etmek amacıyla büyük bir miting düzenleme kararı almıştı.
15 Mayıs günü Sıhhiye Meydanı’ndaki mitingde kalabalık bir kitle toplandı; konuşmalar yapıldı, sorun dile getirildi ve akşam olunca herkes evine, şehrine döndü. Ama ertesi gün sorun aynen devam ediyordu.
Kocaeli’deki Mazlumder üyeleri, tek seferlik bir tepkinin yeterli olmadığı düşüncesinden hareketle, bazı sivil toplum kuruluşlarının da desteğiyle Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu çatısı altında eylemlere her hafta devam etme kararı aldı.
Buna biz de Sakarya Başörtüsü Platformu’nu kurarak dâhil olduk. Bizim amacımız da İslami kamuoyunun özellikle 28 Şubat’tan beri yaşadığı yenilmişlik ve dağılmışlık halinden çıkarak, yeniden kendi sorunları için sivil iradesini geliştirmesine katkı sağlamaktı. Bireysel ya da geçici tepkiler yerine, kolektif ve sürekli bir mücadeleyi önemsiyorduk. Sivil kuruluşları kendi meselelerine sahip çıkmaya, sorumluluk almaya çağırıyorduk.
Daha sonra bu sese Ankara, Akyazı, Konya, Kütahya, Van, Antalya, Afyon gibi şehirlerden destek geldi. Altı şehirde her Cumartesi, diğer şehirlerde ise her ayın ilk Cumartesi günü “başörtüsüne özgürlük” çağrısı yapılmaya başladı. Bir süre sonra eylemleri koordine etmek amacıyla Türkiye Başörtüsü Platformları adıyla üst bir çatı yapı oluşturdu. Altı aylık periyotlarda yapılan buluşmalarda, gerek başörtüsü yasağı, gerekse ülkede öne çıkan diğer sorunlar gündeme alınıyor, tartışılıyordu.
İktidar eylemleri nasıl karşıladı?
İslami kimlikli yöneticilerden müteşekkil bir iktidara, İslami kimlikli bazı platformlar ses çıkarıyordu ve bu itiraz, bu tepki hiç hoş karşılanmıyordu. Kimi yerlerde, iktidara zarar vereceği kaygısıyla bazı sivil toplum kuruluşları süreçten çekildi, kimi yerlerde ise platformların dağıtılması için ayrıca mesai harcandı.
Haliyle 2005'ten 2014’e gelene kadarki süreçte, başörtüsü yasağında, siyasette, toplumda yaşanan gelişmelere bağlı olarak platformlarda da çok şey değişti. Burada asıl belirleyici olan ise iktidar karşısında alınan pozisyondu. Velhasıl, Müslüman mahallesinin kendi yakın tarihi açısından farklı bir tecrübe yaşanmış oldu. Çünkü böylesine uzun soluklu ve sivil bir muhalefetin başka bir örneği daha önce yaşanmamıştı.
Kadınlar platformların eylemlerinde ne kadar aktifti?
Aslında bu soru İslami kamuoyundaki kadınların durumuyla, rolüyle ilgili çok daha büyük bir başlık altında değerlendirilmesi gereken bir konuya da kapı aralayabilir. Fakat ben burada böyle bir tartışma açmak istemiyorum. Sadece şunları söyleyebilirim: Birçok platformda kadın katılımı hiç de beklediğimiz ya da istediğimiz oranda olmadı. Buna rağmen Türkiye Başörtüsü Platformları’nın ilk sözcüleri kadınlardan seçildi. Bu en azından meseleye yaklaşımımızı göstermesi açısından önemli bir veri sayılabilir.
Burada söylemem gereken bir diğer husus ise, bizim ‘başörtüsü’ yasağını, salt kadınlara yönelik bir yasak gibi değerlendirmediğimizdi. Aslında İslam’ın kamusal hayattaki varlığına yönelik bir baskı söz konusuydu, bu sebeple itirazımız temelde buna yönelikti.
Sorunu bir kadın-erkek meselesi olarak tarif etmedik. Tabi gündelik hayatta işlerin söylediğim gibi ilerlemediğinin de farkındayım. Tüm mağduriyeti ne yazık ki kadınlar çekti ve bunda erkeklerin payının yadsınamaz olduğu kanaatindeyim. Biz gereken mücadeleyi birlikte vermeyi göze alabilseydik, herhalde yasağın kalkması için 2014 yılına kadar beklenilmek zorunda kalınmazdı.
Başörtüsü yasağında gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Platformun üniformalı kamu çalışanları için (yargıç, hakim, polis, asker) devam eden yasağa dair bir sözü, talebi var mı?
Üniversitelerde yasak aslında olmayan bir yönetmelikle uygulandığı için herhangi bir yönetmelik değişikliğine gidilmeden, fiili durumla sorun çözüldü. Kamu çalışanları için yasak geçen yıla kadar devam etmekteydi. ‘Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’in 5. maddesinde yapılan değişiklik ile “baş açık” ifadesi yönetmelikten çıkarılarak kamu çalışanı kadınlar için yasak bitti, tabii askeriye, emniyet ve yargıda üniforma giyenler bundan hariç tutularak… Diğer taraftan askeriyeye bağlı bazı tesislerde başörtülü kadınlara yönelik ayrımcı uygulamaların halen devam ettiğini de biliyoruz. Tabi ki bizim açımızdan bu tür yasaklamalar ya da ayrımcılıklar da kabul edilemez.
Geçen yıl kamu çalışanları için yasak kalkınca tuhaf bir durum oluşmuştu. Hatırlarsanız daha önceleri “hizmet alan-hizmet veren” ayrımı yapılıyor, buna göre; öğrencilerin hizmet aldığı, dolayısıyla başörtüsünden dolayı eğitim hakkından mahrum bırakılamayacağı ifade ediliyordu.
Kamu çalışanları için yasağın kalkmasıyla birlikte, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda öğretmenlerin başörtülü derse girebildiği bir dönemde öğrenciler yasaklı durumdaydı. Haliyle ironik bir durum oluşmuştu. Nihayet bu eğitim-öğretim yılının başında öğrenciler için de yasak yönetmelikten çıkarıldı.
Ortaöğretimde öğrencilere başörtüsünün serbest bırakılması üzerine bazı kesimlerin verdiği tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu kabul etmem gerekir ki, başörtüsü yasağı, ciddi bir toplumsal muhalefetin sonucunda kazanılmış bir hakka dönüşemedi. Evet, bir haktı ama bu daha çok siyasal iktidarın kendi politik ajandasına bağlı olarak, epey sürece seçim malzemesi olarak kullanıldıktan sonra tanınan bir hak oldu. Üstelik AK Parti, yasak üzerinden öyle bir propaganda yaptı ki, başörtüsünü kendi iktidarıyla özdeş bir sembole dönüştürmeyi başardı. Haliyle AK Parti politikalarına yönelik birçok itirazın ilk muhatabı da ne yazık ki başörtülü kadınlar oldu.
Geldiğimiz noktada bunun nedenlerini anlayabiliyorum fakat AK Parti’nin hatalarına her kızıldığında, başörtüsünün de hedef alınmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. Üstelik böylesi haksız bir tepki, aslında iktidarın kültür savaşında istediği kozu kendisine sağlamış oluyor. Bir bakıma, başörtüsü yasakçılığına devam eden muhalifler, muhalefet ettikleri iktidarı güçlendirmeye de devam etmiş oluyor. Şahsen bu sorunun artık tamamen gündemden çıkmasını istiyorum.
Şu an platformlar ne durumda?
Şu an “başörtüsü platformları” gibi bir oluşum yok. Kocaeli, Sakarya, Ankara ve Konya’da haftalık eylemler devam ediyor fakat bunların eskisi gibi aynı çatı altında değerlendirilmeleri mümkün olmayacaktır. İlk olarak platformları kuran iradeyle devam ettiren irade her ilde aynı değil. İkinci olarak, başörtüsü yasağı kalktığı için platformların çıkışındaki amaç ile eylemlerin devamındaki beklenti aynı değil.
Biz ise kendi eylemlerimizi Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu çatısı altında haftalık olarak her Cumartesi yapmaya devam ediyoruz.
Yasak büyük oranda bittiğine göre Sakarya’daki eylemlere devam etmenizin sebebi nedir?
Öncelikle, biz başörtüsü yasağını, salt bir eğitim hakkı ya da kimlik mücadelesi olarak tanımlamamıştık. Sistemin tamamına dair bir itirazımız vardı ve başörtüsü yasağını bunun bir parçası olarak tanımlıyorduk. Tek sorunumuz değildi fakat o günlerde hepimiz için temel bir sorundu. Bunun için eylemlere başlarken, herhangi bir siyasi partiyi, dini cemaati ya da toplumsal grubu değil bizatihi toplumun kendisini muhatap almayı tercih etmiştik.
Eylemlerimizde de sadece başörtüsü yasağını değil, ülkede ve dünyada karşılaştığımız birçok sorunu gündemimize almıştık. Bugün, başörtüsü yasağı bitmiş olabilir ama bu, bizim sistemle sorunumuzun bittiği anlamına gelmiyor.
Adalet ve özgürlük talebimizi herkes için seslendiriyoruz ve görüyoruz ki bu mücadele henüz tamamlanmış değil.
Kürt meselesinde çatışmasızlık yaşanıyor fakat hakkaniyet ve eşitlik tesis edilmedi, örneğin anadilinde eğitim hakkı hâlâ tanınmadı.
Alevilerin din kültürünün zorunlu tutulmamasıyla ilgili haklı bir talepleri var. Siyasal iktidarın, özellikle Gezi Parkı eylemlerinden beri her türlü gösteriye karşı uyguladığı şiddet var. Asgari ücret başta olmak üzere emek sömürüsü had safhada ve her ay onlarca emekçinin iş cinayetlerine kurban gittiği kapitalist bir iktisadi düzen var.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ya da NATO ile geliştirilen ve tüm bölgeyi büyük bir mezhep savaşına sürükleyen bölgesel politikalar var. Tüm bunların ortasında rant ekonomisiyle büyümüş ve yozlaşmış bir iktidar var.
Böylesi bir sistemde yaşanan bu ve benzeri sorunlara sessiz kalmak, bizim açımızdan zulme ortak olmak demektir. O sebeple her türlü haksızlığa karşı hakkı, adaleti ve özgürlüğü tesis edene kadar mücadeleye devam kararı aldık. Bu mücadeleyi yalnızca kendimiz için ya da kendimizden olanlar için değil, herkes için istiyoruz.
Mevcut siyasal kutuplaşmada, bu söylediklerimin ne kadar karşılık bulabildiğinden emin değilim. Fakat bu sürecin de ilelebet böyle devam etmeyeceği aşikâr. Hiç değilse yarın, Müslümanlardan bir kesimin şu an yaşanan birçok şeye razı olmadıkları ve buna karşı mücadele ettikleri daha iyi anlaşılacaktır. (Eİ/BA)